SonBahar

Sonbaharın son günleriydi…Yaşadıkları dala sıkıca tutunmaya çalışan sarı renkli kavak yaprakları, hoyratça esen sarıca yele karşı son kavgalarını veriyorlardı...

Gökyüzünde yer kapmaya çalışan kümülüs bulutları, rüzgarın kışkırtmasıyla şimşekler çaktırarak gürültülü şekilde itişip kakışıyorlardı…  

Zümrüt yeşili ormanların içerisindeki sarıdan kızıla  doğru akan yaprakların renkleri ruh taşıyan her canlıya ayrı heyecan veriyordu…

Mutluydum…

Tabiatın kederli haline rağmen mutluydum…

Yıllardır hissedemediğim,hatta unuttuğum çocuksu bir coşkuyu yaşıyordum içimde.

Dönüyordum, zafer kazanmış kumandan edasıyla,esaretten kurtulmuş tutsak sevinciyle ata memleketime dönüyordum… 

****************************        

Yıllardır uğramadığım, uğratılmadığım kasabama yaklaştığımda, hava kararmaya başlamıştı… Kelkit nehrinin üzerindeki köprüyü aştıktan sonra, kasabanın soluk ışıklı sokak lambalarının aydınlattığı tek caddeyi geçerken, ortalıkta dolaşan hemşerilerim kullandığım arabanın plakasından olsa gerek, meraklı gözlerle kim olduğumu çıkarmaya çalışıyorlardı.

Arabamı, kasabanın dış mahallesinde oturan ağabeyimin evine doğru sürerken sokaklar sessizleşmiş, havada iyice kararmaya başlamıştı… Ağabeyimin evini güçlükle bulabildim.

İstanbul’u mahv  eden yanlış yapılanma, burada da aynı felakete yol açmıştı. Plansız, projesiz inşa edilen çok katlı binaların dizildiği sokak,çarpık kentleşmenin tipik bir örneğini oluşturuyordu…

Arabanın kapılarını kilitlerken duyduğum ses, havanın serinliğini gölgede bırakacak kadar soğuktu.

“Geldin mi?...”

Seslenen yengemdi.

Ayağındaki sokak ayakkabısıyla yanıma kadar sessizce yaklaşmış,elleri göğsüne bağlı vaziyette , sesi kadar soğuk bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.

“Geldim “ dedim.

“Hangi yüzle geldin ? “ diye sordu. Cevap vermedim.

Karım da  “Gidiyor musun? diye sormuştu.“Gidiyorum “ cevabını alınca “Hangi yüzle gidiyorsun? demişti.

Yengem

“De gel haydi “ dedikten sonra evine doğru yürürken sessizce onu izledim.

Eve,salona girdiğimde zoraki elini uzatarak

“Hoş geldin “ dedi.

“Hoş bulduk “ dedim.

Bir müddet konuşmadan oturduk.

“Karnın aç mı?” dedi.

“Aç değilim” dedim.

“Yalan” dedi.

“Niye yalan söyleyeyim “ dedim.

“Ne bileyim?Sonradan  yemek ile vermedi dersin de” dedi…

Konuyu değiştirmek için,“Ağabeyim nerede? “  dedim.

“Çok mu özledin?... Köyde… Birazdan gelir “ dedi.

Yine sustuk…

Karşı duvara asılı oymalı tahta çerçevede, annemle babamın kederli yüz ifadelerini gösteren fotoğrafları bulunuyordu. Yengem fotoğraflara baktığımı görünce, yine acımasız sorularından birini sordu.

“Resimdekileri tanıdın mı?”

Kapının çalmasıyla  yengemin sorusuna cevap vermekten kurtuldum.

Gelenler ağabeyimle amcaoğluydu. Hasretle ve içten gelerek birbirimize sarıldık.

“Hoş geldin gardaş” dedi ağabeyim.

“Özlettin kendini emmioğlu “ dedi amcaoğlum.

“Bende sizleri özledim “ dedim.

“ Ee daha daha nasılsın? Yengem nasıl? Çocuklar nasıl? “ diye sordu ağabeyim.

“ Nasıl olsunlar? İyiler" dedim…

“Emmioğlu,bu geliş inşallah epey kalırsın.”Cevap vermeme fırsat bırakmadan,

“Gitmek istese de göndermeyiz “ dedi ağabeyim.

“Karıdan izinname aldıysa kalır” dedi yengem.

“Bu geliş son gelişim,artık burada yaşayacağım” dedim.

“ Yoksa karıyı mı boşadın? Dedi yenem.

“Onlar orda sen burada… “ diyen ağabeyimin sözünü keserek,

“Annemi babamı terk edip oralara gittim.Çoluk çocuğu terk edip  buralara geldim” dedim.

“Emmioğlu desene yine bir düzen tutturamadın.”

“ İyi düşündün mü gardaş” dedi ağabeyim.

“Emekli oldum,çocuklar okudu evlendi,iş güç sahibi de oldu… Artık başlarının çaresine bakarlar” dedim.

“Karın gelmiyor mu? “ dedi yengem.

“Gel dedim gelmedi… Ben de paşa gönlü bilir” dedim.

“ Karın çocuklarınla mı kalacak? Hangisiyle oturacak?” dedi yengem.

“Tek başına,babasından kalan evde oturuyor.” Dedim.

“Bunca yıl çalıştın çabaladın….” dedi amcaoğlu.

“Bari buraya başını sokacak bir ev yapaydın” dedi yengem.

“Babadan kalan ev bana yeter de artar bile” dedim gülerek.

“Be hey gardaş sor bakalım ev yerinde duruyor mu?” dedi yengem.

“Yıkıldı mı yoksa?” dedim.

“ Sen yengene bakma,biz göz kulak olduk” dedi ağabeyim.

“Teyzemin,emmimin vasiyeti yüzünden içeriye girende olmadı” dedi amcaoğlum.

“Her şeyden haberim var… Arada sırada ahbaplara rastlıyordum” dedim.

“ Gardaş bunca sene gelip gitmediğine bir şey demiyorum ama, bari cenazelerine geleydin” dedi ağabeyim.

“Duymadım… Duysam gelmez miydim” dediğim.

Gözlerim dolmuş ağlamak üzereydim.

“Aradın da mı duymadın?” dedi yengem.Cevap veremedim.

Ayağa kalkıp gitmek için müsaade istediğimde ağabeyim çok üzüldüyse de, kalmam için fazlaca ısrar da etmedi. Babadan kalma evin anahtarını da alıp yanlarından ayrıldım.

Etrafı çalılardan çitle çevrili bahçenin ortasındaki iri ceviz ağacının altındaki iki odalı baba evime yaklaşırken acımasız,insafsız bir suçluluk duygusuna kapıldım.

Gönderdiğim birkaç kuruşun dışında onlar için ne yapmıştım ki? Aramış sormuş muydum? Bir bayram gelip ellerini mi öpmüş, hayır dualarını mı almıştım?  Evime alıp hizmet mi etmiştim? Onlar için ne yapmıştım ki?...

Arabamı yol kenarına park ettikten sonra bagajdan el fenerini alıp bahçe çitini geçip eve yaklaştım. Evin kapısına giden yayvan merdivenlerden yavaş yavaş çıktım.

Kapının üzerindeki zincir ve asma kilidin etrafı paslanmasın diye naylon poşetle kaplanmıştı. Poşeti yırtıp çıkardım. Anahtarları cebimden çıkarıp yıllardır açılmamış asma kilide soktum. Asma kilidi açıp  kapıyı  zincirlerden kurtardım. Gömme kilidi de açtıktan sonra eve girmeme vicdanımdan ve suçluluk duygumdan başka bir engel kalmamıştı. 

Kapıyı ağır ağır itmeye başladığımda, paslı menteşelerin çıkardığı ses, annemin yıllardır hasretliğe yaktığı ağıtların ifadesi gibiydi. Büyük çığlıklar atarak açılan ahşap kapı,ardına kadar dayanınca, son nefesini vermiş insan gibi sessizce kala kaldı...

Işığı korkarak açtım. Her taraf örümcek ağı ve toz içerisindeydi. Kapı girişinin karşısındaki duvara annemle babamın boydan çekilmiş nispeten büyükçe fotoğrafları aslıydı. Resmin tozunu elimle silince gülümseyerek bana bakan yüzlerini gördüm. Fotoğrafın altında babamın kızgın demirle tahta üzerine yazdığı “ baba evine hoş geldin oğul” yazısını okuyunca kendimi daha fazla tutamadım ve ağlamaya başladım. Evden dışarı çıkıp taş merdivenlere oturdum. Bir yerden ağlıyor,  bir yerden de bildiğim bütün bedduaları kendime yağdırıyordum…

Gece yarısına doğru başlayan sağanak yağmur ıslatmaya başlayınca kendime gelebildim. Tekrar eve girdim. Hiçbir yeri karıştırmadan evi sabaha kadar temizledim. Gün doğumuna yakın kasabaya giderek sabahçı kahvelerinin birinde çay içtim. İlk açılan bakkaldan yiyecek içecek ve temizlik malzemeleri de alarak eve döndüm. Çok yorgundum uyudum. 

Uyandığımda saat öğleden sonra üç civarındaydı. Ekmek arası bir şeyler hazırlayıp yedim. Dışarıdan çalı çırpı toplayıp ocağı tutuşturdum. Annemin de kullandığı alüminyum çaydanlığı  bir kere daha iyice yıkadıktan sonra çay demlemek üzere ocağa koydum. Çaydanlıktaki su  ısınmaya başlarken , çocukluğumuzun merak kaynağı olan  annemin aynalı çeyiz sandığını açtım. Zamanın etkisine rağmen hafif bir naftalin kokusu ortalığa yayılmıştı. Sandığı yavaş, yavaş boşalttım. İrice bir zarfın içerisinde bana bıraktıkları malların tapuları çıktı. Küçük bir zarftan da onlara harcamaları için gönderdiğim paraları nerelere harcadıklarını gösteren bir liste çıktı. Gönderdiğim paralarla yine bana mal mülk almışlardı.

Ocağın üzerinde fokurdayan çayı demledim.Sonra da sandığın en dibinde bulunan ve iyice sarılıp sarmalanmış bir paketi çıkardım. Bir bıçak yardımı ile paketi sarıp sarmalayan bantları kestim.En sonunda bir beze sarılı küçük kaset çaları aldım. Pencerenin önündeki sedire oturdum. Kaset çaların fişini prize taktım, çalıştırdım. Annemin ve babamın kah birlikte kah tek, tek hasretlik kokan konuşmalarını, söyledikleri türküleri bir daha ,bir daha defalarca dinledim. Bana karıma, çocuklarıma hep mutluluk diliyorlardı.Bir kerecik serzenişte bulunmamışlar,bir kerecik olsun vefasızlığımdan bahsetmemişlerdi. 

Garibime gitmekle beraber ilk iki gün boyunca rahatsız edilmemenin, arayıp sorulmamanın keyfini çıkardım. Dırdır, kavga, trafik derdi, hava kirliliği, beton yığınları,gürültü yoktu. Yalnızca ben ve mutlu sessizliğim vardı. İki gün sonra başlayan akraba ve eş dost ziyaretleri bir hafta kadar sürdü. Kayıp yıllarımın acısını çıkarırcasına,gece geç saatlere kadar süren dost sohbetlerine başladım.Sohbetlerde kime kimseye üstünlük taslamıyor, kimse maldan mülkten, zenginlikten bahsetmiyor, kimse söylediği yanlış anlaşılır endişesine kapılmadan bütün samimiyeti ile ılgıt, ılgıt konuşuyordu…

Günlerimi huzur içinde ve zamana hükmederek yaşıyordum. Arada bir kasabaya inmekle beraber zamanımın çoğunu baba evimde geçiriyordum.

Bir sabah kapımın kırılır gibi çalması ile uyandım. Davetsiz misafirlerim, sevgili çocuklarımla karımdı. İçeri aldım. Çocuklarım babamla annemin resmine bakarken karım da evimi denetliyordu. Ocağa odun atarak tutuşturdum. Çocuklar ocağın başına oturarak ısınırken karım da alaycı bir ifade ile sordu,

“Günlerini bu izbe yerde mi geçiriyorsun? Dedi.

“Evet burada geçiriyorum” dedim.

“Saray gibi evin dururken,böyle bir yerde yaşamaya utanmıyor musun?” dedi.

“Sana karını,çocuklarını niye bıraktın diye sormuyorlar mı?”diye konuşmasını sürdürdü.

“Utanacak bir hayat sürdürmüyorum, ayrıca neden yalnız yaşıyorum diye soran da yok” dedim.

“Tabii senin için hayat kolay. Dağ başındaki şeyler gibi yaşıyorsun.”

“Kimler gibi yaşıyorum” dedim.

“Dağ adamları gibi” dedi.

“Baba…Lütfen evimize dön” dedi kızım.

“Kızım. Güzel kızım… Ben burada çok mutluyum. Artık büyüdünüz. Evlenip barklandınız. Yani sürekli yanı başınızda olmama gerek yok. Buraya geldim, buraya yerleştim diye de sizi unutmuş da  değilim” dedim.

“Ya ben,ya ben ne olacağım” dedi karım.

“Gel dedim,gelmedin” dedim.Hiddetlenerek bağırmaya başladı ve

“Hayır efendim, ben buralara gelip de rezil olamam” dedi.

“O halde İstanbul’da mutlu olarak yaşamaya devam edebilirsin” dedim.

“Hayır efendim… Derhal tasını, tarağını toplayıp derhal evine dönüyorsun” dedi karım. “Dönmeyeceğim. Ömrümün geri kalan kısmını burada mutlu olarak sürdüreceğim” dedim.

“Sen burada mutlu olurken, yokluğunu bin bir yalanla gizlemeye çalışıyorum” dedi.

“Ayrıca anlamadığım, aklımın almadığı şey,  köyde yaşamamış olmana rağmen nasıl oluyor da köy hayatına özlem duyuyorsun?” Diye konuşmasını sürdürdü.

“Baba burada yaşamaya bu kadar kararlısın ” dedi oğlum.

“Kararlıyım ” dedim.

“Hay senin kararın batsın... Lütfen söyler misin, yemeğini nasıl yapacak,kirlilerini nasıl yıkayacaksın?Hastalansan buralarda bakımsızlıktan ölüp gideceksin” dedi karım.

“Şu ana kadar iyi gittim.Tahminim bundan sonra da bir problemle karşılaşmayacağım” dedim.

“Tabii efendim tabii… Eline geçen emekli maaşınla kendine hizmet edecek çok adam bulursun… Cebine giren üç kuruş parayla etrafına hava ata, ata yaşarısın” dedi karım…

Sonra

“Senin,burada har vurup harman savurduğun parada, benimde hakkım var” dedi karım.

“ Buraya gelem sebebin paraysa, hiç mesele değil. Maaşımın yarısını alabilirsin” dedim.

“İstersen verme…Boşanır nafaka olarak yine yarısını alırım” dedi karım.

Annelerinin sarf ettiği sözlerden dolayı çocuklarımın yüzlerinin kıpkırmızı olduğunu gördüm.

“Allah sana hak ettiğin şeyi versin. Lanet olsun… Git ne yapmak istiyorsan onu yap” dedim.

Karım, çocuklarımı sürüklercesine evden çıkarıp yola doğru sürüklerken, kızım hıçkırarak ağlıyordu. Biraz sonra da çocuklarım, annelerinin ellerinden kurtularak yanıma geldiler. Sıkı, sıkı birbirimize sarıldık.

“ Baba en doğrusunu yapıyorsun.Dilediğin gibi yaşa” dedi oğlum.

“Canım sıkıldıkça atlar, atlar yanınıza gelirim ” dedim…

“Evine telefon al baba,sık sık seni duymak isterim” dedi kızım.

Sonra birbirimize son defa  sıkı, sıkı sarıldık. Oğlumu da, kızımı da öpüp kokladım.

Yola,annelerinin yanına çıktılar. Gelen otobüslerden birine bindiler. Otobüs gözden kaybolana kadar onlara el sallamaya devam ettim… 

Aradan yıllar geçti… Başlangıçta evlatlarımca sıkça aransam, sorulsam da sonraları gittikçe daha az aranır oldum.Sonra da nereyse unutuldum… 

Şimdilerde oğluma ve kızıma bir video kaset dolduruyorum…

Kimbilir belki birgün biri benim gibi geri döne bilir.

     

 

Ömer YILDIZ  



Okunma Sayısı:3200    
Eklenme Tarihi:19-04-2018 08:22    

HENÜZ YAPILMIŞ YORUM YOK

 

                                                             YORUM EKLE

MESAJINIZ(Max 3000 karekter)



  

© Copyright 1998-2018 www.omeryildiz.com.tr .Tüm hakları saklıdır.
destek@omeryildiz.com.tr