Babamın ve ablamın aziz ruhlarına....
Sene
kaçtı bilmiyorum. Çocuklar daha ufak. Akılları yeni yeni erdiği çağlar. Mesleğimiz gereği yıllardır hiçbir bayramda ana baba kardeş yüzü
görmeden yaşamaya alışmışız.
O sene
nasıl olduysa bir kurbanda çoluk çocuk cümle cemaat Ankara’ya anneleri babaları
kardeşleri görmeye, bayramlaşmaya gittik ve bayram sabahı kapıya dayandık.
Annem babam küçük kardeşim Orkun eşi ve çocukları bizi sevinçle karşıladılar .Hepimiz
çok mutluyduk. Kısa bir hapsi halden sonra alelacele abdestimizi aldık, babamın
bastonuna yaslana yaslana yürüme hızı nedeniyle bayram namazına zor yetiştik.
Namaz sonrası hepsini daha küçüklüğümden beridir tanıdığımız babamızın ahretlik arkadaşlarının ellerini öptük,
bayramlarını kutlayıp gönüllerini aldık.
Camideki
bayramlaşma sonrası eve giderken babam, akrabamız Hacı Ürüfet ( esas adı Rifat)
amcamızın evine yakın yerde durdu.
“Ben kurbanlığa bakıp hemen geleyim” Dedi.
Kardeşim
Orkun hınzır hınzır gülerek,
“Abi
şimdi yandık .”
“Niye yanalım
ki?” Dedim
Televizyonların sloganını taklit ederek,
“Az sonra öğreneceksin”
Dedi.
Orkun biraz
muzur ve komik biriydi. Yüzünden hiç tebessümü eksilmezdi. Sofrası Halil
İbrahim sofrası gibi bereketli, çoluğu çocuğu güleç yüzlü ve pozitif insanlardı. Allah ömrünü uzun etsin, babamız
emeklilik sonrası memlekete gitse de Ankara’daki Orkun’un evi, her zaman ki gibi baba evimiz olmaya
devam etti.
Ankara’ya
geleceğimizi duyan babam kurbanını Ankara da kesmeye karar vermiş ve annemi de
alıp kurban için Ankara’ya gelmişti. İşte o kurban bu kurbandı.
Orkun'la
eve geldiğimizde kahvaltısı hazırdı. Annem, babamızı yanımızda görmeyince
“Babanız
nerede?” Dedi
“Mala bakmaya gitti” Dedi kardeşim.
Annem
anlaşılmayacak şekilde homurdandı.
Bu
sırada acıkan çocuklar yemek masasının etrafında fır dönerken babaanneleri,
“Bekleyin
dedeniz de gelsin beraber yiyelim” Diyordu.
Annemin
sofra konusunda titizliğini biliyordum .
Çünkü kendimi bildim bileli annem babamsız, babam da çoluğu çocuğu masada
olmadan yemek yemezdi.
Çok
geçmeden babam oflaya poflaya içeri girdi.
Annem
bizden de cesaret alarak
“ Ahmet
ağa yine yaptın yapacağını. Bak, torunların açılıktan kırıldılar?” dedi.
Babam, annemi
duymazlıktan gelerek elini uzatıp,
“ De
hadi öpün bakalım elimi” diyerek torunları ile bayramlaştı. Harçlıklarını verdi
ve ardından da yemek masasına oturduğunda saat baya ilerlemişti.
Çocukların
neşeli gülüşleri de olmasa annemle babamın arasında patlayacak fırtınanın
sessizliği asla bölünmeyecekti. Ama bir
fırtına vardı ve patlayacaktı.
Ve fırtına
patladı.
Annem
“ Ahmet
ağa kurbanı kim kesecek?” Dedi.
Babam
annemin o ölümcül sorgusunu savuşturmak için
çayını tepesine dikip boş bardağı önüne koyarak;
”De
hadi çok konuşma da çay doldur?” Dedi.
Demliğe
yakın olan annem çayı doldururken,
“Ürüfet
kesecek değil mi?”
“ He hacı
Ürüfet kesecek. Başka kim kesecek ki?” Dedi.
Kardeşim
yüzüme gülerek,
“ Az
sonra” Dedi.
Babam
çabuk çabuk kahvaltısını edip masadan kalkarken hepimize;
“Bi yere
gitmeyin. Abur cubur fazla yemeyin. Kurbanı kavurup yiyeceğiz.” Deyip önceden
hazırlanmış kurbanlık poşetlerini bıçağını vs alarak evden çıkarken yine,
“ Sakın
bir yere gitmeyin” diye tembihledi.
“Tamam bekleriz.” Dedim.
Kardeşim
“ Baba gelelim yardım edelim” Dedi.
“Yok yok. Gelmeyin. Gelen giden olur. Ben kurban hazır olunca haber veririm. Gelir alırsınız “ Dedi.
Annem
ısrar etti.
“Ahmet
ağa! Sen otur çocuklar kesime gitsin”
Dedi.
“Daha kocamadım kadın. Ben hallederim” Dedi.
Annem
belli etmese de çok kızgındı,
“ De
get bakalım Ahmet ağa. Akşama anca gelirsin” Dedi.
“Anne niye kızıyorsun? Ürüfet amca senelerin kasabı” Dedim.
“Adı
batsın onun kasaplığının”
Kardeşim
yine
“Az
sonra” Dedi.
O gün, ne
ben, ne kardeşim evden ayrıla bildik. Önce ablam, sonra da abim çıka geldi. Çocuklar
bir içeri bir dışarı çıkarak vakit geçirirken biz dört kardeş, enişte ve yengeler harada gürede sohbete dalmışken annem,
“ Ben
bir babanıza bakayım da geleyim” Dedi.
Orkun
yine muzur muzur gülerek,
“Az
sonra” Dedi.
Ablam saatine baktı.
“ En az
iki saatleri var gelmelerine” Dedi.
Abim “
senelerdir laf geçiremiyoruz ki babama” Dedi.
Enişte
bey,
“Kaç
kere dedim koç alalım diye“
Ablam
tebessümle
“ Aslan
babam” Dedi.
Dayanamadım,
“Neler
oluyor bize de anlatın.” Dedim.
Orkun
yine “Az sonra “ Dedi.
Kendisine
çıkışarak
,
“Başlatma
az sonrana” Dedim.
Daha
fazla dayanamayan eşim,
“ Bayılacağım.Biri
bize az sonraları anlatsın” Dedi.
Orkun “Abla
anlatsana” Dedi.
“Yok yok Ben anlatmayım abim anlatsın” Dedi.
Abim,
“Orkun sen
daha iyi anlatırsın.” Dedi.
“Madem
öyle anlatayım” dedi Orkun.
“Babam
ne zaman kurban kesse hacı Ürüfet amcanın kapısını çalar . İllede benim kurbanı
kes der. Ürüfet amca bin bir nazla kurban kesimini kabul eder. Tabii mahallede
kasap da olmadığı için herkes eline bakar. Ürüfet amca uyanığın teki. Herkese “ilk senin
kurbanını keseceğim” diyerek mahalleyi kendine bağlar. İlk önce kendisinin
kurbanının kesileceğini sananlar bekleşe dursun
Ürüfet amcamız aklındaki sıraya göre kurbanları keser ve kesilen
kurbanın sahiplerine “siz derisini yüze durun ben geliyorum” diyerek o
kurbandan bu kurbana, ondan ona derken
bütün mahalleliyi kurban başında asker eder."
Enişte
bey ,
”Bu
sene babanların işi zor.. Yedi yaşlı
adam aynı kurbana girdiler.”
Ablam,
“ Desene
eğer akşama ezanından önce gelirlerse çok iyi.”
Abim,
“Annem
gitti ya artık akşama değil de ikindiye gelirler.”
Benim hanım,
“Her
sene aynı şey mi oluyor?”
“Evet
her sene böyle. Tüm ihtiyarlar Ürüfet’e kestirir. Sevapmış. hani Hacı ya? Dedi ablam.
Abim,
“Hacı olduğuna
da inanmıyorum. Gençliğinde iki ay Sudi Arbistan’a gitmiş. Ama haç vakti
değilmiş.. Kendine sorarsan hacı. Kabeyi görmüş Arafat’a çıkmış.
Biz
sohbete devam edip bayramlaşma için gelenleri ağırlayıp yolcularken ikindi ezanı da okunmaya başladı. Ablam ben
gidip bir bakayım diye kapıya yöneldiğinde babam üstü başı kan içinde ardında
annem ve onun ardında da eli yüzü kan içinde Ürüfet ağa elinde bıçakla çıka
geldiler. Onların ardında da bir el arabasına doldurulmuş kurban etleri görünüyordu.
Ürüfet
ağa başını kapıdan içeri uzatarak,
“ Yeğenler
hepiniz hoş geldiniz.Bayramınız kutlu olsun”Dedi.
Hepimiz
içeri buyur ettiysek de daha parçalanması gerek üç kurbanını olduğunu ama en yeğin kurbanın babamların
kurbanının olduğunu da söyleyerek gitti.
Annem
kurbanın başındayken doğradığı etleri irice bir tencereye doldurup kavurmaya
başladığında babam elini yüzünü yıkamış ve üstünü değiştirmiş olarak yanımıza
geldi.Sonra da
“ Hacı Ürüfetin
maşallah eli şip. Sabahtan beri kaç tosunu böldü parçaladı” Dedi.
Annem,
”
Onun elinin şipliği batsın.”
Ablam
anneme takılarak,
“Ürüfet
emmime kızma? Bbak kaç tosunu kesip devirmiş.”
“He
devirmiş. O ancak babanızı kandırır.”
“Niye
kandırsın kadın? Ne güzel kesti parçaladı işte.”
“Saat
kaç oldu haberin var mı?”
“İkindiyi
kaçırdık mı yoksa?"
“
Sıkışınca doğru namaza”
“Daha
vakit çıkmadı. Git kıl baba” Dedi abim.
Babam
namaz için yan odaya geçerken annem,
“Bi
gettim ki Tosun hala kesilmemiş. Yıldırım gibi gittim Ürüfeti yakaladım
getirdim. Ama ne fayda tosun yeğin. Ahretlikler zaten üç bacaklı. Bastonları
olmasa ayakta durmayacaklar. Ürüfet “tosunun kuyuruğunu tutun” diyo iki gişi
tutuyo emme, tosun hoop bi oyana bi bu yana gıç atınca hepsi yerlerde. Neyse
güç bela yatırıp kurbanı kestik. Biz kurbanı yüzecek parçalayacak derken “elimi
bi yıkıyım diyen” Ürüfet kaçıp gitti. Yedi ahretliğin elinde de bıçak ar emme hiç birinin ne oturmaya, ne kalkmaya mecalleri
var. Gözleri de görmez. Aldım elime bıçağı da hayvanın derisini yüzdüm.
Ürüfet’i zorunan geri getirip hayvanı parçalattım. Bölüştürdüm.” Dedi.
Kurban
eti ocakta kaynarken kurban payları da poşetlere dolduruldu. Kardeşim Orkun’la
beraber mahallede yoksul bildiklerimize
dağıtıp eve döndüğümüzde akşam ezanı okunmaya başlamıştı ve Kurban kavurması
masada yenmek için bizi bekliyordu.
“Ürüfet
emmim mi?”
Kurban
kesimi için on gayme ve iki üç kilo et alarak helalleşmiş herkesle .
Biz ise
babamıza bir daha büyük başa girmemesini, girerse de Ürüfet amcamıza
kestirmemesini söylediysek de rahmetli babam,
“Atmış senedir
kurbanımızı keser. Onu nasıl bırakırım? Biraz eli yavaşladı, kocadı ama olsun.
Aha bak kesildi de yiyoruz bile" Dedi.
O
kurban babamla bizim son kurban bayramımızdı. Bir daha hiçbir kurban da bir
araya gelemedik.
Babam rahmetli
olduğu seneye kadar kurbanını Ürüfet amcaya kestirmiş.
Yıllar
geldi geçti.
Babamızın
rahmetli olduğu seneden çok sonra ölülerimize ve geçmişimize mevlit için hayvan
keserken, yine Ürüfet amcamızı çağırdık. Artık iyice kocamıştı. Kurbanı kesecek
durumda değildi. Ama yine de çağırdık. Onun
yolunu saatlerce beklemekte baba yadigarı
bir bekleyişin güzelliğiydi.
Duydum
ki bir iki sene sonra Ürüfet amcamızda hakka kavuşmuş.
“Aralı
ölüm sıralı ölüm” derler. Önümüzde büyüklerden kimse kalmadı. Şimdilerin en
büyüğü bizleriz artık.
Ne
yazık yıllar bizi kurban etmek için sıraya alıyordu ve ömür dediğin, kayıp
gidenlerle AZ SONRA diye kendini bize hatırlatıyordu.
Yaşamak
ve mutlu olmak için gün bugündü. Üzmek
ve üzülmek için sebep çok olsa da sevmek
ve sevilmek için kalbe ulaşmak gerekir.
İncitmediğimiz
bir kalbe ulaşmamız kolaydır.
Bir tebessüm
her şey için yeterlidir.
Ömer
YILDIZ
Alibeyköy / İstanbul
19
Ağustos 2018
Okunma Sayısı:1622
Eklenme Tarihi:19-08-2018 11:43
HENÜZ YAPILMIŞ YORUM YOK