17:45 MUŞ - MALATYA TRENİNDE MARADONA EROL

Muş, Konya ovasının bozkırlarının ortasında, Kuşadası - Bodrum arasında şirin mi şirin, güzel mi güzel bir şehirdir ve eteklerine tutunmuştur Yörük obalarının doruklarını börke çevirdiği Torosların. İşte bizim Muş, kaysısı ile meşhur Malatya’nın, üzümcü Manisa’nın hemen yanı başında, İstanbul Emirgan’a komşudur. Muşlu boğazın midye dolmacısı, benimse komşumdur.

Hadi len oradan, Muş nere, Emirgan nere mi diyorsunuz? Eğer böyle diyorsanız siz daha memleketi tanımamışsınız. Şenoba’nın Onbudak köyünde, kayalardan gürleyerek çıkan Beşiktaş’ın suyunu karşılayacak kadar bereketli pınardan da habersizsinizdir. Şimdi yine diyeceksiniz ki Şenoba neresi, on budak neresi? Ben biliyorum, Şırnak’ın hemen burnunun ucundadır. Mesela siz Patnos’un Erciş yolundaki dereden maden suyu da içmemiş, Van Gölü’nün sodalı suyunda da yıkanmamış, yüzmemişsinizdir. Sason’da Meleto Dağını seyretmemiş, balını yememiş, cevizini kırmamışsınızdır. Sonra da çıkar “ Burası Huştur yolu yokuştur” türküsündeki Huş’u Muş sayarsınız.

Siz türküye bakmayın. Huş’ta da Muş’ta da yokuş mokuş yoktur, bulut da yoktur. Muş’tan her gün Malatya’ya giden 17 45 treniyle İstanbul’a kaçan haşarımı haşarı, muzur mu muzur Maradona Erol diye bir hayta çocuk vardır. Esas mesele Maradona’dır. Eroldur. Aslında neden Maradona Erol dendiğini de bilmiyorum. Bu lakabı kimseden de duymadım. Peki nereden mi duydum?... Erol dedi bana “Ben Maradona Erol’um.”Dedi.. Ben de tamam dedim. Bu yetmez mi ? Bana yeter.

*********

Süphan dağının soğuğu ile Van gölünün sıcağı Muş’un ovasını cennete çevirir. Tatvan yüzünden Muşlularla Vanlılar arasında tatlı bir rekabet yaşanır. Birinci rivayete göre , Vanlılar Muşlulardan kurtulmak için gölün karşı yakasına Tatvan’ı kurmuşlar, ikinci rivayete göre de Muşlular Vanlılara kızdıkları için Tatvan’ı kurmuşlar. Aslında Muşlular mı Tatvan’ı kurdu, Vanlılar mı Tatavan’ı kurdu ne benim, ne de Maradona Erol için zerre kadar umurunda değildi.

Uzun kış gecelerinde köyün ihtiyarlarının bitmek bilmez askerlik hatıraları, Van Tatvan hikayeleri,eşkıya masalları Erol’ ilginç gelmezdi. Erol’un hoşuna gideni şey siyah beyaz televizyonun anlattığı zengin oğlan fakir kız masallarıydı. Hele de Yılmaz Güney, Battalgazi, Cüneyt Arkın filmleri ile Şeytan Rıdvan’ın Maradona’nın cambazlıkları Erol’u zevkten dört köşe oluyordu.

Erol oldum olası farklı bir çocuk farklı bir gençti. Babasının anasına “Allahıma dinime bu çocuğu uzaylılar başımıza bela etti. Bu velet bizim çocuğumuz değildir.” Dediğini duyanlar çoktur. Babansın böyle demesine karşılık evin en büyüğü ve aşiretin ağası olan amcasının Erol’u, hem kendisinin hem de aşiretinin çocuklarından ayrı tutması, koruyup kollaması bilinmeyen bir şey değildir. Hatta Erolu kendi evinde barındırır. Millet balık istifi gibi yarken, Erol tek kişilik odada, televizyonu olan bir odada krallar gibi yaşamaktadır. Babası, “ ağam etme bu veledi başımıza bela edeceksin.” Diye ağabeyine yalvarsa da bir netice alamamıştır. Çünkü ağa olan amcası, aşiretin onca çocuğu içinde Erol’ u beğenmekte .Erol’u aşiretin gelecekteki ağası görmektedir. Lakin babası ağayı, yani abisini sürekli uyarmaktadır.” Abim,ağam bu adam köyü de satar, ağalığı da satar.Haberin ola” der de başka şey demez. Ama ağa Erol’a inanmak da ve güvenmektedir vesselam.

Erol ağanın evinde Süpermen filminden etkilenip uçmak için camdan atlamışsa da o sırda evin önünden geçen koyun sürüsünün üstüne düşüp kurtulmuştur. Yılmaz Güney’in isyankar halleri, Cüneyt Arkının Bolu Beyine baş kaldıran Köroğlu halleri Erol’un hayal gücünü ve kişiliğini geliştirmiştir.

Erol mutlaka kazanır. Erol mutlaka haklıdır.

Yine bir kış günü babasının evinde, köyün bilgelerinin televizyon karşında galata köprüsünün uzunluğu konusunda iddialaştıklarına şahit olmuştur. Biri yedi yüz elli adım, diğeri üç yüz elli adım uzunluğunda olduğunu söylemiştir.. Sonunda iddia uzadıkça uzamış ve neticede İstanbul’a galata köprüsünü adımlamak üzere tarafsız birini gönderilmiştir. Bir hafta sonra dönen adam galata köprüsünün tamı tamına 615 adım olduğunu söylemiştir.

İşte bu iddianın olduğu günlerde bizim Erol’da iddiacı olmaya karar vermiş. Köyün çocuklarına kendisinin de galata köprüsünü görmeye İstanbul’a gideceğini ve kendisinin de adımlayacağını söylemiştir. Erol o zamanlar ben deyim 9 siz deyin 10 yaşlarındadır. Neticede Erol bu, köyün gelecekteki ağası,köyün gelecekteki belası. Ama fakat lakin, kadın milleti akıllıdır. Bir insanda gelecek vadeden bir şey gördüm mü hemen kafayı çalıştırır. Köydeki bir çok kadın Erol’un geleceğinin parlak olduğunu keşfetmiştir. Kör topal şaşı demeden kızını Erol’a yamamak için şimdiden çalışmalara başlamıştır bile… Umut her zaman dünyanın en güzel afrodizyağı ve afyonudur. İnsanı canlandırır ve sakinleştirir.

Hal böyleyken, millet Erol’la ilgili hayal kurarken, Erol kendi gerçekleri ve büyük hayallerin peşindedir. Erol İstanbul’a kaçacak ve İstanbul’da galata köprüsünü adımlayacaktır. İstanbul ve galata köprüsünü seyrettiği her filimde hayranlıkla , büyük bir tutkulu aşkla takip etmektedir.

Aşk adamın aklı alır geriye kör bir adam kalır demişler.

İşe bu aşkın kör ettiği Erol, gece yarısı babasının ağılından koyunları aparmış , anlaştığı alçak topal kasap Musa’ya sattırmış ve cebine üç beş kuruş para koymuştur. Erol artık baharın gelmesini okulların tatil olmasını beklemektedir. Erol cilalı hayallerin üzerinde kayıp geleceğe ışınlanırken köyün kahir ekseriyetindeki çocukları hayranlıkla onun peşinden uçmaya çalışmaktadır. Erol’a şüphe ile bakan az bir çocuk da ki azınlıkta olan bu münafık çocuklar özellikle gelecekte Erol’a ağalıkta rakip olma ihtimali olan çocuklardır. Bu münafıklar, Erol karşıtı çocuklar, Erol’un bu yaşta İstanbul’a kaçamayacağını, kaçsa da bir daha köye geri dönemeyeceğini düşünmektedirler. İşte bu yoğun ve acımasız baskı ile geçen kışın ardından bahar köye ve Muş’a pıt diye gelmiştir.

Baharla birlikte canlanan koca köyde, kim kime, dumdumadır. Millet atın ,otun, koyunun kuzunun peşindedir. Baharın bu anarşist provokasyonunu ve kaosunu fırsat bilen Erol, parasını iç donunun cebine çatal iğne ile tutturup, az bir miktar parayı pantolonunun cebine koyarak soluğu otogarda almıştır. O gün İstanbul otobüsüne binemeyince Muş tren garında saat 17 45 trenine binip kalabalık çocuklu bir ailenin arasına karışarak nisan ayı sonunda maceraya başlamıştır. Ne kondüktör ne de arasına karıştığı aile kaçak yolcuyu fark etmemiştir. Hatta arasına karıştığı meçhul ailenin ninesinden çok gürültü yapıyor diye de birkaç patak yemiştir. Meçhul ailenin Ninesi bizim Erol’u milleti ayartmakla, çocukluğundan beri haylazlıkla suçlayıp dövmüştür. “Senin gibi torun olmaz olsaydı.”diye bağırmış ve bütün tren yolcuları da bu bağırtıyı duymuştur. Onca çocuk arasında bunalmış bir kadın, “ Ana ellerin kırılsın, çocuklarımın en akıllısını dövüyorsun.” diye Erol’u sahiplenip bağrına basarken, kaynanasına da sitem etmiştir. Erol, bu aile ile yolculuk etmenin tehlikeli olduğunu hissederek Malatya da kendini trenden aşağı atmıştır.

Malatya – İstanbul otobüsü yolculuğu Topkapı’da son bulmuştur. Otobüs yolcuları otobüsü boşaltmasına rağmen Erol hala uyanmamıştır. Temizliğe başlayan muavini Erol’u uyandırıp kaptığı gibi otobüsten aşağı atmıştır. 

Uyku sersemi Erol, Topkapı terminalinin insan kalabalığına, veyveyine karışmıştır. Biray toparlayınca galata köprüsünün yolunu sağa sola insanlara sormaya başlar. Ama hala şokta ve şaşkınlık içerisindendir. Galata köprüsünü sorarken bir yandan da ister hayran hayran deyin, isterseniz aval aval deyin nasıl derseniz deyin etrafı seyrederek dolaşan Erol’u birileri takibe almıştır. O alçak, o nankör otobüs muavini başının belaya gireceğinden korkarak bizim Erol’umuzu polise ispiyon etmiştir.

Sivil ekip arabasından Erol’u yarım saat seyreden Konyalı komiser Hasan daha fazla dayanamayarak Erol’un yanına giderek. “ Ne haber delikanlı.”Dedi. Erol aynı şaşkınlık ve afacanlıkla komisere baktı. “ Buyur” .Dedi. “Oğlum bak hava kararacak evine gitsene.” “Ben galata köprüsünü göreceğim. Görmeden mi gideyim.” Yarın gelirsin.” “Taa Muş’a mı gidip geleyim?Vallah sen delinin tekisin.Yok geri gidersem gelemem. Ben şimdi göreceğim.” Hava karardı göremezsin ki.” “ Bende yarın görürüm.” “ İyi ya işte yarın görürsün. Sonra galata köprüsü buraya çok uzak.” “Sabaha varamaz mıyım?” “Anlaşıldı, anlaşıldı.Sen evden kaçmışsın.” “Yok valla kaçmadım.Muş’dan geldim.” “ İyi ya işte baban Muş’tan telefon etti. Benim oğlan galata köprüsünü görmek için İstanbul’a kaçtı diye.” “Babam Muş’tan telefon etti… Yav get sen. Adamınan dalgamı geçiyorsun vaalaha… Babam beni arayacak he?. Yav babam değil anamda aramaz, akrabalarımda aramaz.Benim İstanbul’a kaçtığımı ben deyince anlarlar ama derlerki gene bu deli dalga geçiyor.İstanbula falan g

kaçmamış emmilerinde yatmış kalkmıştır. Gene bir domuzluk yaptı derler..” Seni sevmiyorlar mı?” “ Sen evladını seviyorsun?...” “Seviyorum.” “ İşte öyleee… Yav insan evladını sevmez mi?.Yav sen kimsin?” ben komiserim..” “Komiser kimdir” Komiser devlettir.” “Sen valla yalan söylüyorsun.” Devlet değilsin. Devlet jandarmadır. Adam oğlu adam beni kandırıyor ha. “ Bende buranın jandarmasıyım.” “Erol çok kızmıştır.Yav sen kiminen konuştuğunu bilmiyorsun. Bugüne bugün büyüyüncene köylerin ağası olacak adamla nasıl böyle konuşuyorsun?” “ Haaa sen ağa olacaksın. Köyleri idare edeceksin.” “He. Beğenmedin mi?”Ağam galata köprüsünü niye göreceksin? Anlat bakalım.” “Filmlerde görmüşüm. Boyunu ölçeceğim.Sonrada köyde diyeceğim ki ben Galata’yı ölçtüm diyeceğim.” Komiser cevap vermeden yanındaki polise dönerek “Bunu alın Laleli’ye götürün. Hasan’a teslim edin gelin .Sabah ben alacağım. “Dedi.

Erol’u ekip arabasına alan polisler dalga geçe geçe Laleli’ye kadar geldiler. Laleli’nin küçük bir otelinin önünde durup Erol’u otelci Kazım’a sıkı sıkı tembihleyerek teslim ettiler. Otelci, Erol’un karnını doyurup yatırmak istediğinde Erol dışarı çıkıp gezeceğini söylemiş, izin alamayınca da kaçmaya çalışmıştı. Başını belaya sokmak yerine Erol’u sabaha kadar otel odasında kilitlemeyi uygun bulmuştu.

Ertesi gün sabah erkenden Komiser Erol’u alıp doğruca Eminönü’ne götürmek için yola çıktıklarında Erol komisere “Bu otelci herifleri hep senden korkuyorlar komiser amca. Sen devletmişsin ha.” “Devletten herkes korkar.” “Bende korkayım mı?” “Sen ağasın.Ağalar devletten korkar mı?” “ He vallah korkar. Kumandan köye geleceği zaman herkes saklanıyor. Tabanca tüfeği bile saklıyorlar. Devlet böyükdür. ” “Sizin tabanca tüfeğiniz mi var?” “ Var . Bizim oralarda domuz var eşkıya var kurtlar var. Onlar olunca tüfek de oluyor.” Jandarma bulamıyor mu?” “Bazen buluyor bazen bulamıyor.” “Sen yerlerini bilmiyorsun?” “ Vallah bilmiyorum.Bana söylemiyorlar.”

Eminönü’ne geldiklerinde komiser ve Erol arabadan inerek yeni Caminin önünde durdular. Komiser şipşakçı fotoğrafçılardan birini çağırarak, “Bu çocuğun galata köpründe sağda solda üç beş pozunu çek.”Dedi. Şipşakçı sırıtarak parasıyla değil mi? Çekerim abi.” Dedi. 

Erol, hayatının en güzel anlarını yaşadı. Galata köprüsünün altını üstüne getirdi. Fotoğraflar çektirdi.Sorular sordu da sordu. En çok da Galata köprüsünün boyunu adımladığında şaşırdı. Ağanın adamı altıyüz onbeş adım demişti ama o altı yüz ellibeş beş adım ölçmüştü. “Ağanın adamı yalancı.Köprünün boyu üç yüz elli değil üç yüz yetmiş beş adımdır. .” Dedi. Komiser “ Büyük adamın adımı ile senin adımın bir mi? Fark ondandır. “Dedi. Erol kafasına vurarak doğru diyorsun ağam.” Dedi.

Muş otobüsün hareket saati gelene kadar sabahtan akşama kadar Komiserle beraber İstanbul’u gezip durdu. Komiser Erol’u otobüse bindirirken eline bir kağıt tutuşturdu ve “Yolda başın belaya girerse,biri sana bir şey yapacak olursa hemen polise veya jandarmaya bu kağıdı göster.” Dedi. Kağıtta komiserin adı soyadı ve telefonu ile adresi yazıyordu. “ Erol komiserin elin öperken komiser ağam Muş’a gel vallah sana 5 koyun kesecem.” Dedi . Biraz sonrada Erol beş para harcamadan Muş’a doğru yola çıktı.

Yol boyunca otobüste yanına oturan Fenerbahçe’nin genç takım antrenörü ile Malatya’ya kadar sohbet etti. Antrenör Malatyalıydı.Malatya’da indi. Erol o günden sonra acımasız bir Fenerbahçe taraftarı oluverdi. Erol’la birlikte tabiî ki köydeki Fenerbahçeli çocuk sayısı da arttı.

*******

Erol Muş’a indiğinde sabah on bir civarıydı. Cebindeki parasını hiç harcamamıştı. Otobüs biletini bile komiser amcası almıştı. “Komiser amca ne iyi adam be.” Diye düşündü. Koynunda sakladığı Galata Köprüsünde çektirdiği resimlerle uçarcasına köyüne vardı. Ne babası ne annesi ne kardeşleri ne de hiç kimse Erol’un iki üç gündür kayıp olduğunun farkında bile değildi. Resimlerini güzel bir yere sakladıktan,evde karnını bir güzel doyurduktan sonra köyün çocuklarını başına topladı. “Ben İstanbul’a gitmişem. Galata’da fotoğraf çektirmişem.” Dediğinde çocukların hepsi kahkahalarla gülerek alay ettiler. “ula siz burada bekleyin.” Dedikten sonra koşa koşa eve gidip İstanbul’da çektirdiği resimleri arkadaşlarına gösterdiğinde bütün arkadaşları şaşkınlık ve hayret içinde hayranlıkla resimlere baktılar. “ Ağzınızı sıkı tutun.Kimse duymasın yoksa babam dan dayak yerim. Ben dayak yersem de sizi de gebertirim.” Dedi. Sonra da önce tren yolculuğunu, komisele tanışmasını, otelde kalışını, galata köprüsünü, dönüş yolculuğunu saniye saniye anlattı. Sorulara cevap verdi. Sonrada unuttuğu Malatyalı Fenerbahçeli antrenör arkadaşım diye anlattı.kendini işte orada resmen Fenerbahçeli ilan etti.

Erol’un her defasında anlattığı hikaye gittikçe çeşitleniyor ve renkleniyordu. Zaman su gibi akıp giderken koyunların parası da köyün çocuklarına çektiği ziyafetlerle suyunu çekmişti. Aslında çocuklar hikayeleri mi dinliyordu yoksa Erol’un parasını mı yiyorlardı orası da pek belli değildi ve önemi de yoktu. 

Günden güne dillenen dilden dile dolaşan Erol’un İstanbul maceralarını duymayan kalmamıştı. Ağa amcası Erol’u çağırıp dizinin dibine oturtup en az on defa Erol’u keyifli keyifli dinledi. Sırtını sıvazlayıp aferin dedi. Sonunda babası da duyunca kıyamet koptu. Önce Erol babasından bir eşek yükü sopayı yedi sonra da ev halkı ile birlikte sıra dayağından geçti. Babası onca hadiseyi kendinden saklamalarına çok içerlediğinden “ Ulen bütün köye beni maskara ettiniz. Ulen bütün köy duydu bir ben duymadım. Ulen siz beni katil mi edeceksiniz.?” dedikçe kudurdu, kudurdukça delirmekten beter oldu. Erol’u bir daha bir daha dövdü. Hele de Erol’un koyunları çalıp satması çok ağrına gitmişti. Çobanda , Erol’un ağabeyleri de şöyle bir sıradan geçtiler. Erol bu hadiseden dolayı tam sekiz kere dayak yedi. Ancak Ağa amcası imdadına yetişerek babasının elinden kurtardı.

Babası günlerce akıl danıştı,düşündü taşındı koyunların çalınmaması için çareler düşündü. Sonunda hırsızlığı önlemenin son çaresinin koyunları numaralandırmak olduğuna karar verdi. Bütün koyunlar bir bir numaralanırken kuzularını da analarının numarasına harf ekleyerek işaretlediler. Erolların sürünün adı plakalı sürü olmuştu. Maksat Erol yine çalacak olursa hangi koyunun çalındığının anlaşılmasıydı.

Plaka tedbiri kısa zamanda etkisini gösterdi. Sürünün sayısı artıkça arttı. Erol’un babası bir gün ev halkını yine topladı. “Ulen bizim sürü bildim bileli azıcık azıcık artardı. Bu deli oğlanın plakası sayesinde sürü artık birer ikişer değil beşer onar ellişer yüzer artmaya başladı. Bundan sonra her doğan koyundan da, her ölen koyundan da haberim olacak. Ölüsünü de dirisini de göreceğim.Meğerse herkes sürüden birer ikişer koyun çalıyormuş”. Dedi.

Günler geçip gitti. Aylar ayları kovaladı. Zaman her şeyi unutturdu. Ne Erol'un İstanbul'a kaçışını, ne de çaldığı koyunları hatırlayan dahi kalmadı. Her şeyi unutturan zaman Erol’u biraz daha büyüttü. Erol serpildikçe kendini keşfetmeye başladı. Futbolda Yetenekli olduğunu hissediyordu. O yıl köyler arası, okullar arası bütün maçlarda gol kralı oluyordu.Maradona benzetenler çoğunluktaydı. O da Maradona Erol denmesinden hoşlandı ve asla Maradonalıktan vazgeçmedi.



İşte bu günler de geçip gittikten sonra Muş'ta aylak aylak dolaşırken eline geçen bir gazetede, İstanbul'dan Muş’a dönerken tanıştığı Malatyalı Fenerbahçe Genç Takım antrenörünün Malatya'ya Bir haftalığına Fenerbahçe alt yapısına genç yetenekleri seçmek için geldiğini, bütün yetenekli gençlere şans tanıyacağını okuyunca heyecanlandı. Seçimler hemen ertesi gün yapılacaktı,Erol elini çabuk tutmalı hayatının fırsatını kaçırmamalıydı. Para bulup acilen Malatya'ya gitmeliydi. Büyük bir heyecanla soluğu doğruca babasının yanında aldı. 



O günlerde babası Muş'un önde gelen zevatına köyde evin bahçesine kurduğu ziyafet çekiyordu, izzet-i ikramda bulunuyordu.Ev ahalisi ve köy halkı arı gibi çalışıyordu. Erol hiç bir şeye aldırmadan, hiç bir şeyi umursamadan doğruca misafirlerin arasına dalarak babasına bağıra bağıra "Baba bana para ver. Yarın futbol seçmeleri başlıyormuş. Malatya'ya futbolcu olmağa gideceğim. "Diye seslenince babası da misafirlerde şaşırdılar." Oğlum ayıp misafirlerimizin yanında böyle konuşulur mu? Kaymakam amcanın, komutan amcanın, hakim amcanın,misafirlerin elini öpsen, hoş geldin desen daha iyi olmaz mı?” Dedi." Hem ellerini öperim, hem de parayı isterim ha. "" Oğlum ayıp. "" Baba beni hiç anlamıyorsun. Yarın Malatya’da Fenerin seçmeler başlıyormuş baba. " Sen gel bakalım içeriı. "" Geleyim de döv beni değil mi? "" Oğlum dövmem. "" Döversin döversin. İki kuzu sattım diye tam sekiz kere dövdün beni?Yine döversin... Yav sen nasıl babasın? Ver elli lirayı da gideyim."" Para mara yok sana. sana" " Sen şimdi bana para vermiyorsun? " “Vermiyorum." “Bende komutana söylerim.” “oğlum ayıp.” “Para veriyor musun yoksa komutana deyim mi?” “ Sonra veririm.” “Sen bilirsin… Komutan bana 50 verirsen sana silahların yerini söylerim.” Misafirlerle hep birlikte şaşkınlıkla konuşmaları izliyordu. Komutan cebinden çıkardığı parayı Erol’a uzatarak” Al bakalım Erol. Sen silahların yerini Muş’a gelip kulağıma söylersin.” Dedi. Erol o çocuksu ciddiyet içerisinde “Ben helal para alırım. Sen sandalyeni alda içeri gel hele komutan .” Dedi. Komutan sandalyesini alarak eve girdi. Sandalyenin üzerindeki minderi ve örtüyü açarken,” Babam vallah sizi hep uyutuyor. Köyü her arayışınızda tabancaları aha bu sandalyelerinin çekmecelerine saklıyorlar. Sizi de misafir edip üzerine oturtuyorlar Allahıma dinime.” Dedi. Sonra da sandalyenin üzerindeki örtüyü ve minderi yere atarak sandalyenin çekmecesinden işleme kabzalı on dörtlük tabancayı çıkarıp komutana verdi. Komutan tabancayı alıp elince inceledikten sonra tebessüm ederek Erol’a baktı. “Demek sen şimdi futbolcu olacaksın?” Dedi. “He futbolcu olacağım… Komutan amca şimdi babama ne yapacaksın?” “ Sence ne yapmalıyım?” Canını yakmazsın dövüp sövmezsin değil mi?” Komutan gülümseyerek Erol’un saçlarını okşadı. “ Peki dövüp sövmem. Azıcık hapse atarım.” Dedi sonra da.” Peki baban seni cezalandırır mı?” “Ben futbolcu olayım…. Maradona olayım Hey hey… Siz beni o zaman görün. Hem ağam beni babamdan korur.” Dedi. Komutan “ Sen şimdi eşyalarını al benim arabaya bin saklan. Baban seni dövmesin. Ben seni Muş’a götürürüm. Oradan Malatya’ya kaçarsın.” Dedi. “ 17 45 treniyle Malaty’aya gönderirisin değil mi?” Komutan “ gönderirim gönderirim.” Dedi.Sonra da habercisini çağırıp “Erol eşyalarını hazırlayınca arka kapıdan çıkarıp benim arabaya bindirin . Benimle muşa gelecek.”Dedi. Sonra da tabanca elinde evden dışarı çıktı.

Komutan bahçede başka bir sandalyeye otururken tabancayı Hasan ağaya uzatarak. “ Şu tabancanı al ağa. Senin tamir ettirdiğimiz ruhsatlı tabancan değil mi bu?” “He komutan senin tamir ettirdiğin tabanca.” Dedi.

Sonra bütün misafirler ve köylüler Erol’un yapıp ettiklerinden konuşup neşelendiler. Maradona Erol olmasını.İstanbula kaçışını,koyun sürüsünün artmasını neşe içinde anlattı Erol’un ağası. Sohbetin sonuna doğru komutan masadan kalıp bir yerlere telefon edip konuştu. “Senin oğlanı bugün yarın ben misafir edeceğim. Benimle Muş’a gidecek sonrada yarın erkenden de Malatya’ya giden arkadaşlarla futbol seçmelerine yetiştiriri sonra da sana teslim ederiz.” Dedi. Kaymakam komutana “Desene bizim Erol futbolcu olacak.” Komutan “ olur olmasına da bu zamanda değil. Biraz önce Malatya komutanıyla görüştüm. Seçmeler on yedi yaş seçmeleriymiş.” Dedi. Ağa lafa karışarak “ Benim deli oğlan daha on ikisinde.Desene bunca çırpınması boşunaymış.” Dedi.

Komutan “Olsun. Çocuk hevesini alsın. Ben yarın 17 45 Malatya treni ile Maradona Erol’u futbol seçmelerine gönderirim.” Dedi…

Ömer YILDIZ



Okunma Sayısı:4706    
Eklenme Tarihi:01-01-1990 12:00    

HENÜZ YAPILMIŞ YORUM YOK

 

                                                             YORUM EKLE

MESAJINIZ(Max 3000 karekter)



  

© Copyright 1998-2018 www.omeryildiz.com.tr .Tüm hakları saklıdır.
destek@omeryildiz.com.tr